Türkiye Cumhuriyeti’nin Uluslaştırma Politikasında Tarihin Ve Arkeolojinin Rolü
- doğa deniz
- 11 Haz 2020
- 5 dakikada okunur
Hemen hemen her devlet tarafından araç olarak kullanılan tarih, biz bilincinin oluşturulması ve toplumda dayanışma sağlanması bakımından çok önemli bir rol oynar. Bu nedenle devletler, ulusal kimlik inşası süresince tarih ve özellikle arkeoloji çalışmalarına büyük önem vermiş, ve bu konuda birçok çalışma yapmışlardır.Aynı zamanda eylemlerine yasallık kazandırmak amacıyla sık sık geçmişe değinmişlerdir. Okullarda verilen tarih eğitimi, ulusal kimlik inşası süreci için çok etkili bir yöntemdir. Devlete bağlılığın pekiştirilmesi ve milliyetçilik duygusunun empoze edilmesinin en iyi yolu bu eğitimdir. Eric Hobsbawm’ın ‘Okullardaki tarih eğitiminin amacı, zaten çocuklara tarih öğretmek değildir. Devlete sadık vatandaşlar yetiştirmektir.’ sözü de bu durumu açıklar niteliktedir. Özellikle totaliter devletlerde kullanılan bu yöntem bize tarih eğitiminin aslında çok güçlü bir silah olduğunu gösterir. İdeolojilerin çocuklara aşılanmasının en saldırganca örneği Nazı rejimidir. 1934’te Eğitim Bakanı olan Bernhard Rust, “Bu kitaplar, genç Alman halkının ideolojik eğitimini sağlamalı, onları ulusal topluluğun hizmet etmeye ve fedakârlığa hazır birer bireyi haline getirmeyi amaçlamalıdır.” sözüyle, tarih silahının tehlikesini gözler önüne sermektedir.Tahmin edilebileceği üzere bu amaçla verilen tarih eğitimleri objektif bir bakış açısıyla yazılmamıştır. Ülkenin ve devletin üstünlüğünü konu alan bu çalışmalarda yoğun milliyetçilik duygusu gözlemlenir. O ülkenin halkının, diğer halklardan üstün olmasının da üstünde durulmuş ve zaman zaman bu hipotezlere kanıt oluşturmak amacıyla tarih saptırılmıştır. Bu yazımda da tarih biliminin ve yapılan arkeolojik kazıların, Türkiye Cumhuriyeti’nde ulusal kimlik oluşturmak için nasıl kullanıldığını, önemini ve bu alanı nasıl geliştirdiğini anlatacağım.
Türkiye için 1932 yılı tarih çalışmaları açısından çok önemli bir yıldı. I. Türk Tarih Kongresi, Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında gerçekleştirildi. Yapılan konuşmaların ana konusu, Türk halkının üstün ve özel bir halk olduğu niteliğindeydi. Kongre sürecince düzenlenen her konuşma, Türklerin medeniyetin beşiğini oluşturduğunu savunuyordu. Hasan Cemil Çambel’in ‘Ege Medeniyetinin menşeine umumi bir bakış ‘adındaki açılış konuşmasında geçen bu paragraflar, örnek olacak niteliktedir:
“ Mesela Ege medeniyeti, küçük Asya’da inkişaf eden ve yerleşen Eti medeniyeti, Tuna yalılarından Akalarımıza akıp gelen iskit medeniyeti, Mezopotamya’da büyük mihrakını kuran sümer medeniyeti ve deltada başlayarak, Nil’in çağlayanlarına yükseldikten sonra, oradan, çaglayanlar gibi, Akdeniz sahillerini aşan, Ege havzasında da dalgalarını temas ettiren Mısır medeniyeti, bütün bu medeniyetlerin hepsi, bir zincirin halkaları gibi, birbirine bağlıdır. Zincirin iki ucu, ise halkalarının döküldüğü Altay’ın demir ocaklarındadır.”
“ Bu saydığım eski medeniyetlerdir ki bugünkü medeniyetin güneşleri olmuşlardır. Biz bu güneşleri tutuşturan adamların çocuklarıyız.”
Ayrıca bu konuşmasında Hasan Cemil, eski yunan gibi medeniyetlerin, kendi tarihinden habersiz olduklarını ve tarih çalışmalarının yetersizliği üzerinde de durmuştu. Böylece tüm medeniyetlerin atasının Türk medeniyeti olduğu iddiasını, kimi tarihçilere göre yanlış olan bu eleştiri üzerinden desteklemiştir.
“Gerçi Yunanlılar, beşinci asırdan itibaren tarih yazmaya başlamışlardır. Fakat onların ufukları zaman ve mekan itibariyle mahduttu. Lisanlara ve arkeolojiye vukufsuzlukları, eski tarihe nüfuz etmelerine mani olmuştu.” Hasan Cemil Çambel
Kongrede, yalnızca medeniyetlerin atası olması açısından değil, aynı zamanda dinlerin de atasının Türkler olduğu fikri de savunulmuştu. Yusuf Ziya Bey “Mısır din ve ilahlarının türklükle alakası” konferansında, şaman dininin mısır mitolojisiyle olan benzerlikleri üzerine durmuştu. Bu konferanslarda anadoluyu sahiplenme ve türk medeniyetini tüm medeniyetlerin merkezine koyma fikri sürekli tekrarlanmış ve çeşitli (kimi tarihçilere göre çarpıtılmış) tarihsel kanıtlar ile temellendirilmiştir.
Bu kongre boyunca çok ilgi çeken ve aynı zamanda çok eleştiri toplamış önemli bir teoriyle karşılaşıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat geliştirdiği Güneş dil teorisi, kongrede verilen konferans konuları arasında en önemlisi olarak karşımıza çıkıyordu. Güneş Dil Teorisi, Türkçenin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan dilbilim teorisidir. Atatürk’ün geliştirdiği bu tez evrensel bir amaç gütmüştü. İnsanlığın kökeninin arayışı, beşer kültürünün kaynaklarının aranması bu tezin temel konusuydu. Atatürk arkeolojik, antropolojik ve etnografik belgelerden yararlanarak insanlığın temelini Orta Asya’da aradı. Bu teze göre coğrafi zorunlulukların doğurduğu göçlerle insanlar orta asyadan Mezopotamya’ya , Anadolu’ya, Mısır’a ve Avrupa’ya yayılmış buralarda yeni uygarlıklar kurmuşlardı. Bu tez Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Milat’tan binlerce yıl önceki anadolu uygarlıkları ile orta asya uygarlıkları arasında benzerlikler olduğunu gösteriyordu.
Fakat bu teori birçok dilbilimci ve tarihçi tarafından eleştirildi. Fakat eleştirilerini dile getiren tarihçilerin sayısı çok azdı. Kimse dönemin ağır milliyetçi yapısını karşısına almak istemiyordu. Zeki Velidi Togan bu tarihçiler arasında en çok öne çıkan kişidir. Zeki Velidi, I. Türk Tarih Kongresi’nde Orta Asya’daki iç denizin kurumasının, bunun kıyılarında ileri bir medeniyet kuran Türkler’in dünyaya dağılmasına yol açtığı, her şeyi başlatan olay olarak anlatılmasını eleştirmiş, Orta Asya’da böyle bir denizin varlığını hiç duymadığını söylemiş ve bu teorinin geçersiz olduğunu iddia etmişti. Fakat bu eleştirisi sonucunda ciddi bir baskıya maruz kaldığı için İstanbul üniversitedeki görevinden istifa ederek Viyana’ya gitti. Buradan Atatürk’e bir mektup yazarak, ağır bir şekilde eleştiride bulundu:
“Türk münevverlerinin kafasında türk milletinin öazisi hakkında hasil olan kaosu ortadan kaldırmak; milli tarihi öğrenmek ve öğretmek hususunda evvelce hakim olan ihmalkarlığın fena neticelerinden kurtulmak ve zayiatı inkilabı tedbirlerle telafi etmek; milli tarihin tasnif ve tesrisini türk milletinin şerefiyle mütenasib muayyen bir şekle sokmak, işte gazinin gayesi budur ve bu yolda muvaffakiyetler elde edilmektedir; mesele daha ziyade mektep ve terbiye meselesidir, yoksa büyük bir asker ve siyasi recül sıfatıyla tanınan bu zatın şimdi de tarihe ait keşfiyat yaparak meşhur alim kesilmek hulyasına düşmüş olması değildir.”
Buradan da göreceğimiz üzere, uluslaştırma politikası adına çalışmalar çok ciddi bir gayretle yürütülmüş, tarih bilimi çok geliştirilmiş fakat yapılan eleştiriler göz ardı edilmiştir.O dönemde mevcut olan gazete haberlerine baktığımızda da herhangi bir eleştiri veya muhalefet haber göremiyoruz. I. Türk Tarih Kongresinin amacını milliyetçi bir tavırla sergileyen haberlerle karşılaşıyoruz.
“Maksat her şeyden evvel milli tarihe karşı kendi aramızda şimdiye kadar devam eden ihmalleri bertaraf etmek, diğer taraftan Türk tarihinin hakiki çehresini dünyaya göstermek suretiyle milli tarihe hizmettir.” Cumhuriyet gazetesi, 2 Temmuz 1932
Ulus kavramını öne çıkarma amacı güden bu tezlere kanıt oluşturmak çok önemlidir. Kanıtlar ise arkeolojik çalışmalar ile elde edilebilir. Bu nedenle daha önce de bahsettiğim gibi, Cumhuriyet döneminin başlarından itibaren arkeolojik kazılar büyük önem kazanmış ve devlet bu kazıları bizzat desteklemiştir. Özellikle milattan öncesine ve paleolitik döneme ait kalıntılar güneş dili teorisi gibi türk kültürünün temel olduğunu savunan çalışmalara kanıt sunmak açısından çok önem kazanmıştır.
Bu alanların gelişmesi amacıyla tarih ve arkeoloji eğitimleri için bir çok çalışma yapılmıştır.1932 yılında Avrupa’ya, tarih ve arkeoloji eğitimi görmeleri amacıyla öğrencilerin gönderilmesi de bu alanda adına yapılan uğraşları gözler önüne serer. Arkeolog Prof. Ekrem Akurgal da yurtdışına eğitime gönderilen öğrenciler arasındadır. Kürsülerdeki uzman açığını kapatmak için ise Hitler’in iktidara gelmesiyle ülkeden ayrılmak isteyen çok sayıda bilim insanıyla anlaşma yapılmış ve yeni kurulacak üniversitelerde görev almaları sağlanmıştır. Böylece tarih ve arkeoloji alanları çok büyük gelişmeler göstermiştir.
Bu ilerlemeler ışığında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kazısı olan Ahlatlıbel kazısı çok büyük önem arz eder. Ahlatlıbel kazısı, uluslaştırma politikalarının tarihi eserlerle desteklenmesi açısından önemli bir kazıdır. 2. Truva medeniyetinin Orta asya medeniyetiyle olan bağlantısını ortaya koyar. 20 Eylül 1937’de yapılan 2. Tarih kongresindeki “Türk Tarih Kurumunun Arkeolojik Faaliyeti” konferansı bu durumu açıklayan birinci elden önemli bir kaynaktır.
“Orada bakır devrine ait bir müstahkem yer harabesi bulup meydana çıkardı. Bu devir üzerinde eti devrinin de Bazı eserlerine tesadüf edildi. Bu hafriyatın en mühim neticesi İkinci Truva medeniyeti ile ortamda dolun bakır devrinin muasır oluşudur.”
Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı olan Afet İnan’ın yaptığı bu konferansta, yapılan diğer kazıların da önemi vurgulanmıştır. Atatürk’ün de katıldığı bu kazı çalışması hakkında elimizde çok bilgi vardır.
Şeref Akdik’in eseri olan, "Atatürk Ahlatlıbel’de Kazıda”, adlı resim, kazının güzel bir canlandırması olup, Maliye Bakanlığının sanat koleksiyonu tarafından Ankara Resim ve Heykel Müzesine verilmiş ve bugün orada sergilenmektedir.
Sonuç olarak bu dönemde yapılan araştırmalar, Türkiye Cumhuriyeti kültürünün tanınması ve akademik seviyede başarı elde edilmesi için çok önemlidir. Kazılardan elde edilen bulgular, uluslaştırma politikası kapsamında destekleyici rol oynamış ve mevcut tezleri de beslemiştir. Böylece, amacı ulus kavramını empoze etmek ve medeniyetlerin temelinin Türk ırklarından geldiğini kanıtlamak olan bu tezler özellikle Ahlatlıbel kazısı ile desteklenmiş ve bu yönden uluslaştırma politikasında çok önemli bir rol oynamışlardır. Birçok üniversitede arkeoloji bölümü açılmış ve çok önemli hocalar tarafından dersler verilmiştir. Fakat dönemin karşı fikre kapalı tavrı birçok kişi tarafından eleştirilmiştir. Özellikle Güneş Dil Teorisinin sorgulanamaz mevkiisi ve Zeki Velidi Togan’ın eleştirileri nedeniyle akademik dünyadan dışlanması dönemin yanlış tavrına örnek gösterilebilir.
Kaynakça
· Zeki Velidi Togan’ın Viyana’dan Atatürk’e Mektubu
· Utkan KOCATÜRK-Atatürk’ün Tarih Tezi Bir Uygarlık Beşiği Olarak Orta Asya
· Son Posta Gazetesi- 1932 – 2 Temmuz
· Cumhuriyet Gazetesi -1932- 2 Temmuz
· 1937 2.Türk Tarih Kongresi Afet İnan, Türk Tarih Kurumunun Arkeolojik Faaliyeti
· 1932 Türk Tarih Kongresi -Dilmen İbrahim Necmi , Türk tarih tezinde Güneş Dil Teorisinin yeri ve değeri
· 1932 Türk Tarih Kongresi -Mısır din ve ilahları -Yusuf Ziya Bey
· 1932 Türk Tarih Kongresi- Ege medeniyetinin,etoekretler,kidonlar – Hasan Cemil Çambel
Comments