RUZ U ŞEB
- doğa deniz
- 24 Nis 2020
- 2 dakikada okunur
Gece tüm kasvetiyle ruhunu sarmıştı. Tek tesellisi birazdan dinle-
yeceği noktürndü. Önünde dikilen devasa binaya baktı uzun bir süre.
İçinde büyük bir kararsızlık vardı. Geceyle bu denli raks etmeye hazır
mıydı, doğrusu hiç bilemiyordu. Binanın ihtişamını süsleyen at nalla-
rının sesleri ise içine huzursuzluk tohumları ekmişti. Bir anda gelen
güvenle gözünü kararttı ve salona girmek için harekete geçti.
Etraf gösterişli dekorlar ve dekorların sahip olduğu insanlarla do-
luydu. Diğer günlerinden farklı olarak kalabalığın içinde ayırt edile-
mez hâldeydi. Kalem bıyığı ve fötr şapkasıyla salona ayak uydurmuş-
tu. Bundan hoşnut değildi fakat birazdan kulağını dolduracak melek
tınılarına olan saygısındandı üstündeki üniforma. Ne değiştirmek ni-
yetindeydi fakir bedenini ne de çevresindeki statülerle masumiyetini
kirletmekti istediği. Tek aradığı şey bir parça cennet kokusuydu, o
kadar. Murdar karanlıklar, suni ateşleriyle tüm salonu ele geçirmiş-
lerdi. Tinindeki çerağ sönmek üzereydi. Şu an en büyük cefası benli-
ğiydi ve bunun en çok farkında olan da yine kendisiydi. Etrafına baktı,
salon ağzına kadar insan doluydu fakat yine de yetim kalmıştı. Sükû-
netinin bahanesi yoktu fakat argın ruhların sığınağı olan Burgonya
renkli kabuklarına sığınmış yosunlar onu yalnızlaştırıyor ve sessizleş-
tiriyordu. Katrana bulanmış kibirlerine karşı söyleyebileceği tek bir
laf bile yoktu.
İçinde bulundukları iki saatlik şaşaalı gösteriden sonra yine döne-
cekleri yer, yıkık dökük evleri ve o evleri dolduran harabe ruhlarıydı.
Sefaletlerini gizlemeye çalışmaktan nefes almayı unutmuşlardı. Leş-
lerini kaldıran yoktu yakınlarında. Tinlerini özgürleştirmeye uğraşan
da keza. Zaten özgürlük onlar için sefaletin beden değiştirmiş şek-
linden farksızdı. Hürriyet yolundaki fedakârlık ve acıları da görmez-
den gelerek, yok etmişlerdi bu kavramı hakir bilinçlerinde. Şimdi bu
durumda çerağsında yanan saf ateşin faydasını kim hak edebilirdi ki?
Hayatları senyönün hakimiyeti altına girmişti bile. Salondaki sessiz
kargaşa prangalarını takmıştı kollarına. Tek umudu cennet kokusuy-
du.
Bir anda zifiri karanlık kokladı tüm salonu, derin derin içine çekti
kaybolmuşlukları ve kazanılacakları. Minnet duydu karanlığa, örttüğü
harbe ithafen. Bir anda sahneyi kısır kalmış ilahi bir ışık aydınlattı.
Saten tınıları sardı kollarıyla. Üç adet dolunay çarptı orkestra çuku-
runun duvarlarına ve yıldızları doğurdu legatolar. Kasvetli bir gece-
nin ortasında, kasvetli bir karmaşanın göbeğinde, kabuğuna sığınmış
partisyonları tattı. Ne de lezzetliydi her bir nota, ne de ekşiydi her bir
durak. Her bir stakato çocukluğuna yön verdi ve onu parmaklıklarıyla
yüz yüze getirdi. Küçükken büyüttüğü her bir korku, şimdi yanındaki
koltukta geceyi dinliyordu. Nihayet yalnızdı. Her bir ücra köşeye olan
aşinalığı sayesinde kaybolmuyordu karanlıkta. Ona yol gösteren se-
kizliklere de şükran duyuyordu.
Saklamak istediği saniyeleri yaşadığını fark etti birden. Yıldızların
aydınlıklarda kaybolmasına bir kez daha tahammül edebilir miydi bil-
miyordu. O yüzden terk etti legatoları ve kaybolmamaları umuduyla
öksüz bıraktı dekreşendoları. Sessizce ayağa kalktı. Kimseyi rahatsız
etmeye niyeti yoktu. Zaten rahatsız olacak hâlleri de yoktu, gecenin
ihtişamını bizzat kendileri kirletmişlerdi bir kere. Dolunaya minnet-
tar olarak çıktı binadan. Saten tınılar yıldızlarda asılı kalmıştı. Soğuk
gecenin huzurlu kokusunu ciğerlerine çekti ve doğaya geri teslim
etti. Sonra karanlığa doğru yürüdü bir dolunay bulma umuduyla.
Comments